19 Mayıs 2017 Cuma

F4 Glory






Sezon içerisinde, değişen formatın iyi mi kötü mü olduğunu herkes konuşadurdu da gelinen noktada son yılların en iyi F4'üne ulaştık. Şahsen uygulamaya geçen uzun lig sisteminin sürprizleri minimize edeceğini düşünüyordum da ilk seneden %100' yakın başarı sağlayacağını ben de beklemiyordum doğrusu. Şimdi geriye yaslanıp bu 4 muazzam takımın bizlere sunacaklarını izleme vakti.


Real Madrid




Bu kupayı daha evvel 9 kez kazanıp hem katılan takımlar arasında hem de organizasyon genelinde bu konuda en iyi istatistiğe sahip Madrid ekibi, özellikle 2000'lerin başıyla beraber kaybettiği itibarı son 5 senedeki atılımlarıyla iyiden iyiye tekrar sağlamış gözüküyor. Bu sürede üst üste 3 kez final oynayıp 1'inde de kupayı müzesine götüren Real bu sezonun da normal sezon birinciliğini kimseye kaptırmadı.

Geçen seneye göre takımın genel mentalitede oyun anlayışı değişmezken parçalar arasındaysa büyük farklar var. Özellikle Rodriguez'in Nba'e gitmesiyle rotasyon oyunculuğundan, hele de LLuLL'un sakatlık sürecinde, ana parça rolüne gelen 17'lik Doncic bu değişimin en büyük taşlarından biri. Ancak bahsetmek istediğim pozisyon içi değişiklikten ziyade yapısal geçiş. Zira geçen sene elinde sadece Ayon olan ve 4 numara pozisyonunda 3'ten kaymalarla bunu kapatan Real'in elinde bu sene Randolph gibi muazzam bir 4 numara ve Ayon'un oyunundaki tüm eksikleri tamamlayacak Othello Hunter var. Bu da özellikle Randolph ile geçiş hücumlarında bütünlük ve sette uzunları dışarı çıkartarak özellikle LLuLL'e isolation sağlayıp birebir imkanı veriyor. Ki bunu da tüm sezon boyunca fazlasıyla gördük. Belki de onun bu senenin MVP'si olacak performansı sergilemesindeki en önemli etken buydu.

Takımın başta bahsettiğimiz istirarı yakalamasındaki önemli noktalardan biri belki de en önemlisi de LLuLL, Rudy, Reyes, Nocioni, Maciulis gibi bu ligin çok tecrübeli ve nasıl oynamasını bilen oyuncularının sürekli birlikteliğini sağlaması oldu. Bahsettiğimiz isimlerden aldıkları direkt katkı elbette tartışılacak olsa da saha dışı faktörlerle bunu fazlasıyla süspanse ediyorlar.

Ligin Cska'dan sonra en skorer ikinci takımı konumundalar, ayrıca asist bazında da liderler. Tabi bu veriler özellikle de bu iki takım arasında çok ufak farklarla sıralanıyor, yine de kağıt üzerinde durum bu. Bu da sahada kendi oyunlarını kabul ettirdiklerini gösteriyor. Rakiplerin bu noktada en çok dikkat edecekleri şey onları düzen dışına itmek ve akışkanlıklarını bozmak olacaktır. Guard pozisyonundan fazlasıyla katkı aldılar. Doncic beklentilerin çok üzerinde bir performans ile LLuLL'e destek oldu ve Draper'ı da gerektirdiği yerde oyuna alıp kademeli dinlendirdiler.

Sezon genelinde muhtemelen en sıkıntılı bölgeleri 2-3 numaralar oldu. Son dönemdeki performans artışlarından ziyade Rudy ve Carroll başta, zaman zaman Maciulis de sezon genelinde hep istikrarsız oldular.

4-5 numara pozisyonlarında ise başta da bahsettiğim gibi özellikle geçen seneye göre ellerinde muazzam bir harman var. Ve guard pozisyonundaki oyun çeşitliliği onları oldukça güzel işledi. Ayon'un hücum, Hunter'ın savunma performansı çok etkili. Keza Randolph sezon içerisinde bazı zamanlar ilginç bir şekilde dakikaları düşse de sonlara doğru yukarı çektiği performansı, savunma bilhassa da rebound katkısının yanı sıra hücumda dış şut yüzdesini yukarıya çekmesiyle 3'lünün en önemli tamamlayıcısı oldu. Keza Taylor ve özellikle de Thompkins'in de F4'e gelirken artan formu gözden kaçmamalı.

Yine de tüm bunlardan bağımsız başarılarını inkar etmesem de en büyük eksikleri bence koç Laso. Edindiği tecrübeye rağmen bunu sahaya yansıtamaması ve karar anlarındaki oyuncu tercihleri epey eleştiriliyor. Özellikle iyi geçen çeyrek sonrası rotasyonu haddinden fazla abartması ritmin bozulup, maçın rakip takım kadrajına tekrar girmesine sebep oluyor. Ancak bölge özelliğini taşıyıp saha kenarındaki ateşleyici tavrı ve oyuncuların da onunla sıcak etkileşimi teknik hatalarını kapatıp başarıya ulaşmasındaki en büyük anahtar.


CSKA Moskova

 


Normal sezonu ikinci sırada tamamlayan Moskova temsilcisi 2000'lerin ortasından itibaren yakın tarihte organizasyona çok ciddi damga vurmuş ekibi. 7 kez ile bu kupayı Real Madrid'in arkasından en çok kazanan takımlar ayrıca. Özellikle son 10 yıldır bütçe anlamında basketbola epey yatırım yaptılar ve bunun meyvelerini de görece toplamış oldular. Tabii meşhur Krilenko-Siskauskas-Krstic-Kaun-Khryapa-Lavrinovic-Teodosic-Shved 2011 kadrosu faili ve akabindeki organizasyonlardaki kalp kırıcı mağlubiyetler buna biraz gölge düşürse de genel tabloya fena değil diyebiliriz.

Sezona çok sert giriş yaptılar. Kadro geçen senekiyle hemen hemen aynı olduğu için parçalar birbirini çok iyi tanıyordu. Sadece pivot bölgesinde Kaun'dan beridir süren belirsizliğe Augustine çare olur mu dediler ama o da bu seviyeler için çok da yeterli bir done vermedi açıkçası. Kalan hatların birbirine olan uyumu sezona dediğimiz başlangıcı yaptırsa da devamında özellikle De Colo ve Teodosic'in kademeli sakatlıklarıyla hedeflenen normal sezon birinciliğini Real'e kaptırmalarına yol açtı.

Ligin Real Madrid ile beraber üretim anlamındaki en iyi 2 takımından biri. Özellikle Milos-Nando ikilisinin aynı anda sahada bulunduğu dakikalarda işin hücum yönünü çok ciddi şekilde abarttıkları da oluyor. En önemli tamamlayıcıları Jackson. Topun kıymetini çok iyi biliyor. Bazen özellikle Milos'un etkisiyle fanteziye kaçsa da setin sıkıştığı anlarda birebirleri öylesine iyi oynuyor ya da penetre üzeri boş pozisyon yaratabiliyor ki. Keza Higgins de sıkışıklık anlarında takımı 1 numaraymış gibi yönlendirebiliyor. Cska'nın saha içindeki en büyük avantajı da bu zaten, Khryapa'ya kadar size fark etmeksizin oyun görüşünün çok yukarıda olduğu oyuncular var. Bu da özellikle uzun rotasyonundaki eksikleri fazlasıyla tolere eden bir durum. Yeri gelmişken, Rus basketbolu için uzun pozisyonundan dem vuracağımız aklımıza gelir miydi bilmem ama Cska bu tabuları öylesine yıktı ki geldiğimiz noktada neredeyse bunu fark edemiyoruz bile.

Milos ve Nando için çok uzun şeyler konuşabiliriz de ben onları konuşmaktansa izlemek taraftarıyım her zaman. Çok değerli iki parça, özellikle Milos gününde olduğu ve stresi üzerinde pek de hissetmediği zaman skandal bir seviyeye ulaşıyor. Nando da özellikle birebir hücum anlamında Euroleague'in gelmiş geçmiş en iyilerinden ve bunu şuta kalkmaya ihtiyaç duymadan yapıyor. Olacak iş değil cidden. Serbest atış yüzdesineyse denecek söz yok. Mekanik adam.

Cska'nın bu saydıklarımız yanında Fridzon-Kulagin gibi ek parçalarıyla kısa rotasyonu anlamında ligin en iyisi olduğunu söylemenin hiçbir abartısı yok herhalde. Lakin olay vitesi 3'ten 4'e çektiğimizde başlıyor. Vorontsevich yıllardır o istenen seviye atlama işini gerçekleştiremedi, bu sene de ahım şahım katkısı yok. Kaldı ki bazen seri halde dış şut bulmasına rağmen oyununa ekstra katamadığı için o bile değersiz kalıyor. Augustine'den az evvel bahsetmiştim, sezon içinde gel git yapan Ayres ve hala kadroda olsa da fiziken bu seviyeleri kaldıracak durumda olmayan Freeland'i de gözetirsek elde kalan 3 uzun Hines, Kurbanov ve Khryapa. Özellikle pozisyon anlamında Hines neredeyse tek kalıyor. Kurbanov ve Khryapa'nın 4'ü sezon içerisinde bir şekilde kotardığına defalarca şahit olsak da Hines size dezavantajıyla erken faul problemine girdiği anda içeride işler inanılmaz sıkıntılı bir hal alıyor. Rakiplerin Cska özelinde işleyecekleri en önemli yer burası olmalı.

Takımın genel anlamda oyun mentalitesi Real'e oldukça yakın. Lakin başlarında Laso'dan çok daha işinin teknik yönüne eğilen ve çıktığı basamaklarda serinkanlı biçimde durmasını bilen Itoudis var. Ve bu da onları Real'e göre kamuoyunda bir tık öne atıyor. Oyunu cidden çok iyi okuyan Ito'nun en büyük faili ise stres anlarını hala iyi yönetememesi. Bu belki de oyuncular üzerindeki saygınlığını yıllar geçtikçe kazanıp tolere edilecek bir durum olsa da şu seviyede zaman zaman hele de çok kritik yerlerde epey sıkıntı yaratıyor.


Olympiakos Pire





Normal sezonu üçüncü sırada tamamlayarak bu seneki organizasyonun belki de en büyük sürprizini gerçekleştiren Olympiakos son ikisi ciddi manada efsane sayılabilecek 3 şampiyonluğa sahip. Özellikle bir döneme damga vuran Yunanistan basketbol kültüründe Panathinaikos'un hep bir adım arkasında kalan ekip özellikle son 10 yıldır yaptığı atılımla o açığı fazlasıyla kapatıp bayrağı yeşillerden devraldı bile. Tabi yeri gelmişken tıpkı Cska'da olduğu gibi onların da inanılmaz bir bütçeyle kurduğu 2010 kadrosunun verimsizliğinden sonra ki o kadroda bir çırpıda sayılabilecek Spanoulis, Teodosic, Papaloukas, Childress, Keselj, Nesterovic, Bourousis gibi isimler vardı. Hani sayarken bile şaşkınlık geçirtecek bu kadrodan sonra kurulan mütevazı ekiple alınan 2 kupa o kadar değerliydi ki, Avrupa basketboluna ciddi manada yeni bir soluk getirdi.

Ekip o yıllardan beridir sürdürdüğü takım hüvvüyetini bu sene de fazlasıyla sürdürdü, başta belirttiğim sürpriz kısmı tam da burası. Çünkü hele de böylesi uzun soluklu maratonda onların üçüncü sıraya çıkmalarını itiraf etmek gerekirse ben dahil kimsenin beklediğini düşünmüyorum ben.

Onların sistem ve oyuncu özelinde değişen neredeyse hiçbir şeyleri yok. Takımın en önemli parçası Spanoulis hala dümende ve guard mevkiinde kaybettikleri Sloukas'tan sonra kalite anlamında çeşitlilik azalmış gibi gözükse de Mantzaris ondan kalan bayrağı yan faktörler ve Spa'nın hala insanüstü oyunu sayesinde şimdilik idare ediyor gözüküyor. Tabi felsefeden bağımsız olan 3 isim Waters, Hackett ve Green bu sene bazen ters etki yapmış olsa da Green'in şutör kimliğini yansıtmakta şansı yaver gidince bu açık çok da gözükmemiş oldu. Ama yine de bence güçlü değiller. Burada Spanoulis'in kontrolü yitirdiği her an büyük sıkıntılar yaşadılar sezon boyunca. Muhtemelen gelinen noktada en önemli bölgenin kısa pozisyonu olduğunu düşünür ve bu handikapı gözetirsek, hala bu seviyelerde yer bulabilmiş olmaları kimyalarının gücünü de bize gösteriyor. Ligin savunma anlamında en iyi takımlarından olan Olympiakos özellikle ribauntlarda inanılmaz bir üstünlük kuruyor rakiplere. Bu done de bize gerek kısa pozisyonundaki bitiricilik sıkınıtısını gerekse de oyunu ne denli içe yıktıkları verisini sağlıyor.

Başarısız geçen gurbet yıllarından sonra geri dönen Papanikalou takımın sertlik seviyesini muazzam yukarı çekerken ona bu anlamda katılan en önemli parça Papapetrou. Onların 2-3 hatta yeri gelip 4 pozisyonundaki bu sertliği sakatlık problemlerine rağmen Lojeski'nin ki o da inanılmaz bir savunmacıdır, şut imkanı bulmasını sağlıyor. Görsel olarak otoritelere kendini beğendiremeden basketbolu bırakması muhtemel Printezis ise ligin bence en değerli 4-5 adamından biri. Öylesine match problemi yaratıyor ki savunmalara, ya bunun şutu zayıf dediğin anda Allah katından gelen üçlük, ya tutarız canım nolacak ki dediğin andaki ayak hareketleri ve tabii ki alameti farikası olan ve gözyaşı damlasıyla adlandırılamayacak kadar garip yakın mesafe bırakışıyla inanılmaz sıkıntılı bir oyuncu. 

Takımın pivot bölgesi de atletizmden yanıyor, özellikle Young'un sezon sonuna doğru ortama yetişmesi, Birch'ün seviyelere alışması, Milutunov'un da bir dakika ya ben de yapabilirim güveniyle beraber korkunç bir girdap haline getiriyor oraları rakipler için. Lakin işin hücum boyutu da bir o kadar fecaat. Spa'nın iq gösterisi ikili oyunlarıyla topu çember seviyesinde yakalayamadıkları her an bu saydığım üçlüden özellikle Birch ve Young birer el bombası halini alıyor zira ikili oyunları yok denecek kadar az. Rakiplerin Olympiakos hakkında işleyecekleri tek yer değil ama en önemli yerlerden biri de buraları olacaktır, dışarıyı mümkün olduğunca birebirde tutup topu içeride pick'n roll pozisyonunda buluşturmamak. Keza az önce belirttiğim gibi Spa'nın iflas bayrağını çektiği oksijensiz anlarda takımın başı kesik tavuğa dönüşme sekansı da çok değerli. Oralarda Olympiakos'a ne kadar öldürücü darbe vurabilirse vuracaklardır. Çünkü adamlar başını tekrar havaya kaldırdıklarında kalan zamanın hiçbir önemi olmadığını defalarca gösterdiler bize.

Koç Sfairopoulos ekolü çok iyi devam ettiren bir koç, en büyük artısı hali hazırda dönen çarka çomak sokmadan devam ettirmek oldu. Oyundan hiçbir zaman düşmemesi ve dinamik görüntüsü teknik tecrübe eksikliğine şimdilik yeterli bir kalkan oluşturmuş vaziyette. Tabii Spa'nın da gizli koç olarak ona yaptığı katkıyı yadsımayacak olursak. Yine de F4'teki koçlar arasında en geri planda kalacak olan isim o, handikapını hissetmediği kadar başarılı olabilecektir.

FENERBAHÇE İstanbul





Normal sezonu beklentilerinin çok aşağısında kalarak beşinci bitiren Fenerbahçe, katılan takımlar arasında henüz kupa sevinci yaşayamayan tek ekip. Ülker ile birleşmelerinden sonra çıtayı her sene yukarıya taşıyarak kendilerine elit seviyede yer açan takımın en büyük hedefi ev sahibi avantajını da yakalamışken bu sene bu duyguyu tatmak olacak.

Takım kadrosunda geçen seneye göre ciddi bir oynama yapmadılar ve bu onların bazı kesimlerce eleştirilmesine bazı kesimlerceyse sağlanan kimyanın korunumu felsefesiyle haklı bulunmasına yol açtı. Ben ilk kesimdeyim. Elbette geçen seneki finalle beraber değer kazanan oyuncuları elde tutmak belki de yapılacak transferlerden de büyük bir başarı gibi gözüktüyse de normal sezon içerisinde yaşanan sakatlık süreçlerinde takımın birarada oynadığı zamanlar hem daraldı hem de epey zorluk çekildi.

Guard pozisyonunda Dixon ve Sloukas'tan başka kullanabilecekleri bir oyuncu yok. Onların da inişli çıkışlı grafiklerini baz aldığımızda oyunda olduğu zamanlarda birçok kez topu Bogdanovic'in getirip oyunu da yönlendirdiğini gördük. Yine de sağlıklı olmaları hallerinde Sloukas'ın ikili oyun ve penetre, Dixon'un ise size dezavantajına rağmen oyunun her alanında olmaktan çekinmeyip ritmini bulduğunda da korkutucu bir üçlük silahıyla yeterli bir ikili gibiler. Ama kritik nokta sağlıklı olmaları halleri. Hem fiziki hem mental. Yedekleyebilecek saf guard sadece Berk varken onun bu seviyelerde sorumluluk almasını beklemek sadece hayalcilik olur.

2-3 bölgesi takımın kağıt üzerinde en gel gitli yeri. Kalinic bazen savunma anlamında kısa pozisyonunda neredeyse tek başına kalıyor. Oyunun hücum yönünü bazen ilah seviyesinde oynayan Bogdan ile geçen seneki formundan çok uzak olsa da ritm bulduğunda ne seviyeye çıkacağını çok iyi bildiğimiz Datome savunma yönündeki handikaplarını fazlasıyla hissettiriyorlar. Özellikle birebir kalıp faul problemi yaşadıkları o kadar çok maç oldu ki. Yine formunu sene başına göre yükseltse de bu seviyelerin oyuncusu olduğunu hiçbir zaman düşünmediğim Nunnally de anlık performanslarda ve sağladığı şut ritminde efektiflik verecek diğer isim. Bu bölgedeki x-factor ise Melih. Oyunun spazm geçirdiği anlarda Obra'nın inisiyatif verdiği isim ritm tutturduğunda garip bir hal alıyor. Ama geçişi çok kısa. Yani keskin bıçak, şutuna güvenmek istediğinizde beklediğinizi alamazsanız fark zaten kapanmaz noktalara gelmiş oluyor.

Uzun rotasyonu ise epey ilginç. Kağıt üzerinde Udoh-Vesely ikilisini gördüğünüzde oradan koşarak uzaklaşmak isteyebilirsiniz ancak iş ikame kısmına geldiğinde ki özellikle Vesely'nin bu seneki mental düşüklüğünün sebep olduğu faul problemini de gözetirsek bu sürekli yaşanan bir durum, takımın tüm düzeni bozuluyor. Antic artık oldukça yaşlandı, Bennett uyum sağlayamadı, Ahmet'ten alacakların belliyken bu kez Udoh'u 5'e çekip kısa beşe dönüyorlar ve bu da akışkanlığı sağlasa da içeriden delinmelerine sebep oluyor, ki bu Udoh korkunç bir savunmacı olduğu halde oluyor. Muhtemelen rakiplerin Fenerbahçe özelinde işleyecekleri en önemli yer Vesely-Udoh birlikteliğini bozmak olacaktır. Oradaki çarka çomak sokulduğu anda, 4'e Datome mi kaysa, 3'e Kalinic'i mi çeksek falan derken hengame ortamı oluşuyor.

Takım sayı-asist-rebound istatistiklerinde hep ortalama seviyede kaldığı için kıyasa konu edecek bir veri yok elde. Lakin kıyas götürmeyecek en büyük veri koç Obradovic. Takımların şampiyonluk sayılarından bahsederken verdiğimiz maksimum veri Real'in 9 şampiyonluğuyken, Obradovic bunu tek başına 8 ile göğüslemiş, korkunç bir tecrübe. Artık onu bu seviyede teknik taktik anlamında sınamak kendisine haksızlık olur. Değişkenleri kendilerine göre pozitif yönde değiştirecek bu en önemli faktörle beraber ev sahibi avantajını da almışken şampiyonluk sayısını Real Madrid ile eşleyebilecek mi göreceğiz.



Ben tüm bu analizlerden sonra maçların keyfini çıkartmaya bakacağım, zira dinamikleri birbirine oldukça yakın ve tahmini güç, ancak adet yerini bulsun diyerek tahminlerle noktalayayıp favorimi belirteyim. 

Herkese keyifli haftasonları, basketbol sevginiz eksik olmasın. #WeFeelDevotion

Fenerbahçe 77- 79 Real Madrid  
Cska Moskova 82-75 Olympiakos

Fenerbahçe 84-78 Olympiakos
Cska Moskova 84-88 Real Madrid

#RmBaloncesto


22 Şubat 2016 Pazartesi

Galatasaray - Trabzonspor

Dün Daçka maçındaydım, saat olarak çakıştığı için bizim maçı canlı izleyemedim. Çıkınca döküme baktım 4 kırmızı ve son dakika penaltısı. Kendi kendime kartların ya da penaltının durumunu da görmedik ama Allah'tan ligdeki durumumuz fasulye de çok yaygara kopmaz diye düşündüm. Sonra gece eve dönünce maçı, maçtan sonra konuşulanları izledim. Aman Allah'ım. Zannedersem memleketin durumu oldukça düzelmiş, malum bir ara elden gidiyordu diye bazı olaylar ört bas ediliyordu. 




Büyük Mustafa Çeşme'ye erken rezervasyon yaptırmış ama rezervasyonla birlikte tarihi de biraz erken tutmuş sanırım. Tazminata oynamak böyle bir şey olsa gerek. Her maç daha skandal bir kadro çıkmaz herhalde derken istikrarlı bir şekilde yenisini sunuyor bizlere. Büyük maçların adamı Sneijder'in, Lazio maçında kemik gibi oynayan Denayer'in, Ziraat Türkiye Kupası için yaptığımız önemli takviye Linnes'in bu maçta budanması olacak iş değil çünkü. Hocaya elektrikli testere kullanmamasını tavsiye ederim, yaşlandığı için testere kontrolden çıkıp yanlış dalları buduyor zira. Çeşme'deki yazlığında da kullanmaz umarım, mazallah çamları budamak isterken evin temeline zarar verebilir. Lakin şanslı adam, öyle hadiseler olmuş ki kimsenin bu fecaat kadroyu eleştirecek tartışma barutu kalmamış namlusunda. Yani hocanın yaptığı kadro ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.





Tüm bu kadro keşmekeşinin yanında ilginç olan, muazzam top oynamamız. Bilhassa ilk yarı penaltıya kadar nasıl oldu bilemiyorum ama eğrisi doğrusuna denk gelmiş, boğmuşuz Trabzonspor'u. Ancak golden sonra rüzgar kesilmiş, 1-2 cılız deneme kalmış o baskıdan geriye. İkinci yarıya da aynı ilk yarıda olduğu gibi hakimiyeti ele alıp iyi oynayarak başlamışız. Ama maçın aslında bu kadar yaygaraya yol açmasının bir numaralı kahramanı olan Umut da maalesef bizde oynuyor, bunu unutmuşuz. Sağ olsun maç başından beri yaptığı onca komedi işin hepsini bir kenara koymuş ve trollükte çığır açıp, 7 küsür metrelik alan içerisinde Olcan'a saplamış. Yakışır kardeşime, çizgisini hiç bozmadan devam ediyor bu muazzam bir olay aslında. Sonrası zaten tufan. O tufandan geriye futbol anlamında kalanlar, 9 kişi kalmış psikolojik olarak yerde bir Trabzonspor'a, 11'e 11 iken oynadığımız iştahın 1/10'unu sergileyememiş olmamız. Çoktan skoru alıp ateşi bu kadar yükseltmemiş olacakken yine kendimize yakışanı yapıp değil gol ya da goller atmak, pozisyon bile zar zor bulabilmişiz. 

Gelelim fasulyenin faydalarına ;

İlk yarı ;

Marin'e yapılan hareket net penaltı. Olay anında es geçmiş lakin kafada es geçmemiş olacak ki Erkan'ın kendisinin de ne yaptığını anlamadığı hareketlerle süslediği pozisyonunda cart diye çalmış düdüğü. Telafi düdüğü bir nevi, lakin telafisi olmayan en büyük hatası da değil. Bana göre penaltı değil ama çok ufak da olsa çalsa niye çaldın demeyeceğim cinsten. 

Hakan Balta'nın pozisyonunda çok ortada kaldım, bana göre penaltı. Ama öncesinde çalmadığı / çaldığı penaltılar zihninde çakılı kaldığından başında kavak yelleri esiyor hakemin. Doğru süzse dahi kafasından çal emri gelmesi mümkün değil, bitirmiş olayı. 

İkinci yarı ;

Özer'e verdiği faul skandal. Sonrasında da  kendisiyle aşırı bir diyaloğa girmiş. Jest ve mimikleri çok sağlıklı değil. Lakin Özer'in de o kadar uzatması manasız. Yine de burada hakemin yapması gereken dönüp oyuna aksiyon katması. Futbolcu itiraz eder, zaten Türkiye'deki futbolcuların %90'ının mekanizması itiraza programlanmış. Konuşur yani, haklı da olsa haksız da olsa. Sen uyarını yap, dön git. O gereksiz diyalog anında kafaya yazmış Özer'i. Bulduğu ilk fırsatta ki fırsat diyorum çünkü orada faul falan yok bence ha gelişin dozajı acaba yaratsa da kartlık bir durum hele hiç yok. Ama dedim ya yazmış kafaya diye, öyle bir hışımla ve aha yakaladım seni mimikleriyle çıkartmış ki kartı. Bence çok yakışıksız. 

Sonra sahne Işid Reyiz'in olmuş. İlk kartı özünde doğru, ama orada toplu bir hücum var, aradan Aykut mu seçilmeliydi, bilmiyorum o çok ince düşünmek olur. Ardından gelen pozisyonda, o atmosfere girmiş bir maçın hakemi olarak, üstelik Aykut'un kartının olduğunu bilen de bir hakem olarak yapacağı en doğru uygulama uyarı olmalıydı. Piston aşağı indiği için çıkartmış kartları. Yine yanlış karar. Sonra Chedjou'nun pozisyonu var derler, ben açıkçası görmedim ama herkes kartlık olduğunda hemfikir. Doğrudur, ama bu olayların yanında ne kadar yer teşkil eder? Geçelim. 

Zincirin sondan bir önceki büyük halkası da penaltı. Çok ağır uydurma. Umut'a arkadan cüccük hareketi mi çekilmiş, rüzgar gözüne toz mu kaçırmış, olmaz yahu öyle penaltı. Ama hakem madem bir yola girdik hakkını verelim demiş. Sonraki kartlar tabii ki doğru. Akasya Durağı'ndaki o sempatik naif adam gelip göğüslemiş, üzerine başka camiaların kiralık oyuncularını kendilerine karşı oynanan maçlarda oynamalarına izin vermediği bir hali düşünürsek, bizim kiralık oyuncumuz çıkıp get out tiyatrosu yapmış. Muazzam tepki. Ama inceliği bir önceki cümlede. Yine de helali var. Haa kartlar doğru dediysek, o kartlara çanak tutan da tabii ki hakemin yarattığı ortam ve penaltıyla yaptığı fatality. Bu açıdan bakınca bunlar da silme hata. 

Ve son olarak maça +1 verip onu da tamamlamadan bitirip, kameraya yansıyan travmatik yüzü. Vallahi uzun süredir kayışı bu denli komple kopartan bir hakem yönetimi görmemiştim. Muhtemelen bir daha profesyonel düzeyde zor düdük çalar. Ki yaşı da oldukça yukarıda, sağlık olsun artık.

Uzun uzun yazdım, hakem hakkını almış maçın, hiç yakışmayan bir galibiyet olmuş, zerre içime sinmiyor. Ama tüm bu değerlendirmelerden sonra gündemde öne çıkanları ise hayretler içerisinde takip ediyorum. Yahu meğer bizim ülkede futbolun karanlık yüzünü konuşmamız için yıllardır bu maç bekleniyormuş. Anadolu kulüpleri, yıllardır yapamadıkları dayanışmayı bizim maça saklıyorlarmış. Haklarını yiyenlerin maçlarında 1 Allah gramı top oynamadan anca sahaya don gömlek atanlar bizim maçlarda gider Muslera'yı tartaklar, kendilerine hala para kazandırmaya devam eden Burak'ı tartaklar, gelir şimdi de en azılı hak gasplarını bu maçta yaşamış gibi olayı dramatize ederler. Yahu 15 sene evvelki derbide abuk subuk kartlar çıkarken helal olsun delikanlı hakem edebiyatı yapıp, 7 kişiye karşı ikili averajı alamadığı için Oktay'ın kaçırdığı gollerin üzüntüsüne düşenler, fersah fersah tapelerin, ses kayıtlarının olduğu zaman, aman efendim bu tip olayları konuşmak ülke futboluna zarar verir, gün bunları konuşma günü değildir diyerek sus pus olanlar, bugün kalkmış, psikolojik travma geçiren bir adamın tiyatrosu üzerinden Galatasaray'a açık açık bahis şikecisi yaftasını yapıştırıp gazetelerde Çakır'ın çetesi Türk futboluna ateşler saldı diye sürmanşetler atabiliyorlar. Dedim ya, televizyonlarda radyolarda adeta bir olağanüstü hal ilan edilmiş. Dehşet bir algı operasyonu bu. 

Son kez söylüyorum, bu maç özelinde hakemin Trabzonspor'un hakkını alenen yediğini inkar etmek akıl tutulmasıdır, lakin onun üzerinden Galatasaray'a vurulmaya çalışılması da şerefsizliğin dik alasıdır. Hele de yaşanan onca olayı ört bas etmek için gazetecisinden siyasetçisine el pençe divan olanların bir anda seslerini böylesine keskince yükseltmeleri de ikiyüzlülüğün ve şark kurnazlığının son noktasıdır. Çok yazık. Ülkede futbolun içine etmişlerdi zaten, ne izlenebilirliği ne de bir heyecanı kalmıştı. Şimdi böyle riyakarların tutumlarını da görünce iyiden iyiye soğuyor insan. 


Ne diyeyim Allah selamet versin. Hayırlı işler.

26 Mart 2014 Çarşamba

Mancini İstifa!

Galatasaray öldü bitti yerlere düştü, kulüp karıştı. Şampiyonluk gitti. Beşiktaş'a helal olsun o kadroyla o imkanlarla toparladılar yarışa ortak oldular! (Galatasaray ile Beşiktaş arasında 1 puan var.)
3 hedef vardı, önce şampiyonlar ligi sonra şampiyonluk şimdi de Türkiye Kupası gitti! (Sadece 2-2 biten bir ilk maç var.)
3 senedir çok zor günler geçiren ve sabrederek tekrar düze çıkan (!?!) Fenerbahçe'li taraftarlar, Galatasaray taraftarına sabretmeleri gerektiğini, güzel günlerin tekrar geleceğini söylüyorlar! (Fenerbahçe Şikeden dolayı senelerdir Avrupa Kupaları'na alınmıyor, şampiyon olamamış, Galatasaray 2 senenin şampiyonu, 2 senedir şampiyonlar ligi'nde gruplardan çıkmış, dünya gündeminde tekrar kendine bir yer bulmuş durumda)
Fatih Terim döneminde inanılmaz oynuyordu, o olsa böyle olmazdı! (Geçen sene bu haftada Galatasaray 50 puandaydı, bu sene 6'sını Fatih Terim döneminde kaybedilmiş şekilde 49 puanı var.)



Yerliler ile yabancılar arasında sorunlar oldu. Fatih Terim baştayken Florya bayram yeri gibiydi! (Fatih Terim Sneijder transferi için, benim tercihim değildi ama takımda yer bakıyoruz işte dedi.)

Ya ben bunları o kadar çok çoğaltırım istesem de, aklı başında bir çok insanın bildiği şeyler olduğu için bir yerden sonra zırvaya dönüşeceğinden kurcalamak istemedim. 

Medyadaki, Türkiye'deki yaratılmaya çalışılan algı sağ olsun her gün meyvelerini veriyor işte. Bu kumpasa bir şekilde ortak olanların hepsi keyifle arkasına yaslanıp, gelecek güzel günlerin hayalini kurmaya devam edebilir. Galatasaray'a olmayan bir kaybedilmişliği, sanki ligin 10. sırasına demir atmış, her maç rakiplerinden 4-5 gol yiyor havasını, bu saatten sonra her şeyin bittiğini öyle bir yakıştırdılar ki, bir anda elde avuçta olan her şey sayelerinde hakikaten uçup gitme yoluna girdi. 

İyi gün taraftarı en çok Galatasaray'da var. İster kızın ister küfredin ama benim için artık ötesi yok. 2 senede dipten zirve yapmış bir takımın ilk başarısızlık kırıntılarında ateşe körükle gidip iyice sıvanmasına yol açan, açmayanların da savunmak adına tek bir isteği olmayıp, pembe dizi izlemeye devam ettiği bir kitle. 

Şimdi maç özelinde ;

- 3 ay sonra gidecek Burdisso'nun ilk 11'de ne işi vardı? Hadi aldın adamın döküldüğünü 60 dakika görmedin mi? 

-Sabri'nin kanadı koridor olmuşken nasıl 90 dakika sabrettin? 

-Haftalardır aylardır dökülen, mecali olmayan Selçuk İnan'ın sanki ikamesi yokmuş gibi hala ilk 11'de ne işi var? 

-Yedekte forvetin yokken 2 forvetle maça başlamak nasıl bir kafa? 

-Bir takım 20. saniyede Volkan Şen'den kafa golü yiyecek kadar nasıl konsantrasyondan uzak bir devre arası geçirir? 

-Oyunu 2-1'de tutabilmek adına Yekta'yı sahaya sürecek kadar kontrol isteğin varken, 89'da kalecinin el degajından nasıl kontradan gol yiyebilir? gibi soruları sorarsın, hakkındır, doğrudur, Mancini'nin bu tercihleri bana göre hep yanlıştır. Ancak ; tepkinin ortaya hala 3. sınıf dünya ülkesi vatandaşı gibi kelle istemekle mi konması gerekir? Senin, belki medya, belki şakşakçıların isteği, belki maşaslan grubunun gazıyla haftalardır yarattığın algıdan ötürü eli ayağına dolaşan oyuncuların, tüm bu olumsuz soruların haricinde sahada eline geçen fırsatları birer birer harcamasından sonra kısmet denen şeyin 90da tilt yaparak rakip oyuncunun önüne topu bırakmasının bir etkisi yok mudur? 




Yaşım dinazor çağında değil fakat yaşadığım müddetçe gördüğüm kadarıyla, tektir ile kötek ile kim yola gelmiştir ya da bu işin adı yola sokmaksa, ve muhattabın insan denen etten kemikten bir canlı varlıksa bu iş korku salıp salya saçarak mı yoksa moral verip sevgiyle yaklaşarak mı olur? Ya olayın özü spor, futbol, karnaval, dünyanın en zevk veren sosyal aktivitesiyse bunu küme düşerken takımını alkışlayan İngilizler gibi mi yoksa faşistliğe, ırkçılığa gark olmuş, antreman basıp oyuncu döven İtalyanlar gibi mi yapmak lazımdır? Bu ülkede bazı şeyler neden hep şiddet ya da dünyanın son aktivitesine büründürülmek zorunda bırakılır? 



O çok sevdiğiniz, adını haykırmak için arenada puan kaybını dört gözle beklediğiniz ve belki de bunun için 4-5 maçtır patır patır farklı alınan galibiyetlere içten içe üzüldüğünüz, şimdilerde kendini ülkesinden üstün gören, ayrıştırıcı, çirkin, dilinin ayarı kaçmış bir diktatör bozuntusunun ağlattığı bir adamın başkanlık yaptığı bir federasyonun teklif ettiği para ve makam için, onlara 1-2 ay evveline kadar posta koyup gider yaparken, el sıkışıp kader arkadaşlığı yapmayı seçen adam, evet sözde aslolan Galatasaray'dır diye atıp tutarken bunları yapıp da bu günlerin temeline kazmayı ilk vuran adam gelsin de kurtarsın o zaman bizi. 



Biz Mancini çok iyi işler yapıyor demiyoruz. Objektif olarak da her şeyin farkındayız bir şekilde, ama çok değil 1 ay öncesine kadar, tarihinde görülmemiş kadar elit ve huzur dolu bir ortam yakalamışken, bu günlerin tehlikesini gördüğümüz için, ve buna kastırılıp da başarı elde etmeye başlayan değişik fikirli insanların ellerini ovuşturmaya başlamalarını gördüğümüz için çok da üzülüyoruz. Bugün Mancini gider Denizli gelir, Ünal gider Mehmet gelir, hiçbiri benim babamın oğlu değil, ama şu halde Galatasaray'da görev yapıyorsa ve bunca pisliğin arasında, üslubunu hiç bozmadan bu işi bu yaşta yapmaya çalışıyorsa, yahu kardeşim insanın az biraz saygısı olur. Fanatiklikten gözün mü döndü, ulan en azından az önce saydığım adamlara el açıp da hala kıyaslanarak üzerine gidilmez. 

Neyse görülen o ki, bu saatten sonra yine ne dersek ne olursa boş, herkesin kendine göre bir doğrusu, çok bildiği futbol standardı, belki de çok sevdiği bir Galatasaray efsanesi var. Buyursunlar herkes istediği gibi davransın, eleştirsin, küfür etsin, ıslıklasın, hakaretler yağdırsın. Ama herkes istediği gibi davranacaksa, kusura bakmayın ben de elbette istediğim gibi davranırım. Zaten safi kaostan beslenen, kendini bulutların üzerinde görüp de aslında ne kadar vasat bir çizgide bulunduğunun farkında olmayan, dik duruşun, asil davranabilmenin, her şeyin salt başarı olmadığının, esasında sevginin rekabette ve arma aşkında olduğunu kavrayabilmenin neredeyse imkansız olduğu bu ülkede bunları yapabilmek ya da bu şekilde davranabilmek, tüm bu güruhun arasında kaynayıp gidecekken biz yine de öyle davranmayı seçelim. Tesis basarak, oyuncu tartaklayarak, küfür ederek bazı şeylerin düzeleceğini düşünen arkadaşlarım da buyurun meydanlar sizin, günah işleme özgürlüğünüzün de size vermiş olduğu kuvvetle istediğinizi yapmakta özgürsünüz. Bu şekilde bizleri aydınlığa, hem de 2 senedir en aydınlık yerdeyken, alt tarafı bir sene tökezler gibi olduğumuz bir karanlıktan aydınlığa taşıyacaksanız da ne ala..

3 Mart 2014 Pazartesi

Rizespor-GALATASARAY

-Abi Galatasaray ne yapar bu hafta?

+Deplasmanda mı?

-Evet.

+Yaz baba "0" yaz.


Ligin 23. haftası geride kaldı, 12 deplasman maçında alınan galibiyet sayısı > "3". Bunlardan da ikisi altta aldım verdim oynayan Kayseri tayfası. İkinci yarıya 9 puan geride başlamışsın, önünde kapatman gereken böylesine uzun bir ara varken deplasmanda oynadığın 3 maçta alınan 3 beraberlik var. Farkı böyle toto takımı havasında kapatacağını sanıyorsa bizim çocuklar saygı duyarım.

Maçtan evvel düşündüğümüz kadrodan sadece 1 farklı isim vardı ; Hajrovic yerine Umut Bulut. Ama bu tek fark, öylesine büyük bir hataydı ki her şeyi berbat etmeye yetti. Mart ayına kadar, kupadaki Elazığ maçı dahil neredeyse her maç sömürür gibi oynatmışsın Drogba'yı da ligin sonu gelirken ve çok kritik bir deplasmana giderken dinlendirecek lüksü kendinde buluyorsun. Maşallah bu kararı alan arkadaş 75 kiloysa 65'i taşşşak herhalde. Yine de akabinde vereceğin karara göre eyvallah edebiliriz. Ama gel gör ki sen ne yapıyorsun? Hepi topu 2 forvetle gittiğin deplasmana (Berk falan diyecek olursa yazının geri kalanını okumasına lüzum yok) 2'sini de 11 çıkartıyorsun. Hele birini de uzay boşluğunda daha verimli oynayacağı garantiyken sağ açık başlatarak alacağın verimi minimuma çekerek heba ederek çıkartıyorsun. E aga adama sormazlar mı, oyuna müdahale etmek istediğinde kenardan kimi bulacaksın diye. Eğer sen sadece 2 forvet alıyorsan kafileye, 2sini de 11'de başlatırsan topuğuna sıkarsın, sonra da böyle yokları oynayan Umut'a 90 dakika sabretmek zorunda kalırsın el mahkum. Öyle ya, kenarda 1 tane bile adam yok ikame edeceğin. Böyle bir hatayı nasıl yapabildi Mancini bilmiyorum ama, oyuna müdahalelerinden evvel ve çok daha büyük bir hataydı bu tercih.

Rize'ye bakıyorum, 17.sırada herhangi bir sistem üzerinden oynamıyor, ileride 4-5 yetenekli sayılabilecek adamları var, gününde olursalar ne ala. Kim bu adamlar peki? 

Sylvestre, Lua Lua, Kweuke, Tevfik Köse, Sercan Kaya, Abdi falan filan. 

Alalım Abdi'yi kenara, diğerleri oynadı mı bizim maçta? Yani Rize'nin sınırlı tek gücünü oluşturan adamların %80'inin olmadığı bir kadroya karşı, golü bulana kadar topu tutamışsın, hücum organizasyonu bir elin parmağını değil, orta parmağını bile zar zor yakalamış, şut neredeyse atmamışsın, yetmemiş, irili ufaklı da olsa 2-3 tane baya baya pozisyon vermişsin. Hani arkadaş inanılmaz bir şey yahu.. Bu kadar vasat bir rakibe karşı böyle bir iştahla oynayacaksa, herhangi bir başka deplasmanda umutlu olanın aklından şüphe ederim ben artık.

Selçuk İnan'ın hala şu takımın 11'inde yer bulabiliyor olması, hele de çer çöp ya da değil, öyle böyle devre arasında orta sahaya bu kadar alternatif yığmışken ve sakatlar aşağı yukarı dönmüşken hala da kaptan olarak sahaya çıkıyor olması ağır adaletsizlik. Geçen senenin ortasından beri, birçokları 2 sene evveline kadar yaptıklarına hürmeten hala taparken, bu adam kötü, bu adamın kafası maçta değil, bu adam çok ağırlaştı diyorduk da Hasan Mezarcı sağ olsun kimseyi inandıramıyorduk. Umuyorum ki artık onlarda farkındadır durumun. Selçuk resmen acınacak halde. O kadar güçsüz ki, 2 metre arkasındaki adam bile 10 metre içerisinde onu yakalayabiliyor, o kadar kafası maçta değil ki, pas aldığı zaman etrafına ilk kez bakıp kime nereye oynayacağını bile bilmiyor, o kadar ürkek ki, topu aldığında yapabildiği tek şey, kıçını ya da ayağını rakibe yaslayıp bir ucuz faul alıp pozisyondan sıyrılmak, o kadar kompleksli ki, tek vasfı haline gelen duran toplarını paylaştığı adamların sayısı artınca onlara pas bile vermekten imtina eder halde. Daha sayarım da sayarım ama Allah rızası için artık şu adamın vazgeçilmez olmadığını kendisine bir hissettirin. Böyle devam edecekse yatıp kalkıp günde 10 vakit yabancı sınırı için şükür namazı kılması gerektiğini de anlatın. Hani ayıptır.

Eğer sen hücum oynamak isteyen, maçı kazanmak isteyen bir takımsan ve sağ açık pozisyonundaki adamın bireysel becerileri yüksek, adam geçen, orta açabilen bir adam da değilse, Veysel Sarı senin sağ bekin olamaz. Olmamalı. Savunma yönüne, dengeli futboluna falan denecek tek şey yok ancak oldukça temposuz. Sen sağ açık'ta Umut'u tercihliyorsan arkasında Dani Alves olsa durumu ancak kurtarır. Şunu görmeleri lazım.

Sneijder mesela, zincirini kırıp geriye gelip top aldığı, biraz daha ortaya yöneldiği vakitlerde, Telles'e ya da terse ya da Burak'a mükemmel paslar hazırladı. Ama sen bu adamı ısrarla ve inatla sola yaslayarak oynatıyorsan, kendi ayağına sıkıyorsun demektir. Ve bunu da bir değil iki değil birçok maçta yapıyorsan, ya düşündüğün şeyler çok farklıdır ya da oyuncuların potansiyellerinin farkında değilsindir. Futbol zor bir oyun değil, en ufak tecrübesi olmayan kahvedeki adamın bile iyi kötü fikir üretebildiği bir nane sonuçta. Onun için mevkisi neyse adamın, oraya koyarak başlayabilirsin işe en basitinden. Korkuyorum, Sneijder gibi inanılmaz bir yetenek,bugüne kadar Türkiye'nin bu şartlarda görmediği bir top-class adam yapacağınız işi seveyim ben gidiyorum diyebileceği için. Başlarda dedik, Umut'u 11 başlattığından ötürü elini kolunu kendi bağladı diye. Sırf o saçma tercih yüzünden oyundan tek top tutabilecek adamımız olan bu arkadaşı çıkardı. Sonra ne oldu? Toplu oyunda Baki Mercimek'ten hallice olan Umut aldı, geçirebilse, hani o pozisyondan evvel kaçan ve açıklamasını yapamadığım 2 tane %99,9luk pozisyondan sonra emin de değilim ama, muhtemelen gol bulabileceğimiz bir pozisyon, sırf Umut'un kazmalığı yüzünden bir anda Rize'ye döndü, Semih uyanmadı, Muslera son birkaç maçta ve birkaç deplasmanda olduğu gibi yine pozisyonun gidişini sezmeden adama çıktı, ve biz belki de 2. golü atabilecekken, kendi işgüzarlığımızla, Rize gibi bir takımdan 85. dakikada kontrataktan saçma sapan bir penaltı yedik. Her ne olursa olsun, hücum olarak bu kadar kısır işler yapabildiğin bir takım yaratmışken, sen Rize'den hele de skor sendeyken 85'te kontra yiyemezsin. Yememelisin. Bu her şeyden evvel kendi sistemine ihanettir. 

Kaçan gollere ya da başka saçma işlere diyebileceğim tek bir açıklama yok, müthiş bir laubalilik örneği. Ancak Rize golden sonra o kadar düşmüştü ki oyundan, biz her türlü akıl almaz işi yapıp skoru 2'ye taşıyamayacak bile olsak, dönen bütün toplar bizde kaldığından ve aksiyon yemediğimizden galibiyete o kadar inanmıştım ki, o penaltı pozisyonu tam da o inanç hasıl olduktan sonra gelince insanın kendini ve sinirlerini de kontrol etmesi çok mümkün olmuyor. Baskı yesek, topu onlara versek eyvallah da bırak gol atmayı, iki pas bile yapacak konsantrede olmayan Rize'den bu şekilde bir gol yemek felaket sinir bozucu. Ve öyle bir his yaratıyor ki, hani böyle çok inanırsın, ama öyle bir şey olur ki biteceğini anlarsın, öyle boş boş bakarsın karşındaki kişiye ve biter. Tam da böyle bir şey. Umarım yanılan biz oluruz, ben olurum ama maalesef o hissi dün fazlasıyla yaşamış olduk. 

Mancini, ufak ama çok büyük bir hata olan Umut tercihinden başka, maçta dökülen ve sarı kartı elinde olan Selçuk'a 90 dakika sabredip, Sneijder'i Sabri'ye tercihlerken, 91 olduktan sonra Emre ve Izzet'i oyuna alırken, oyuncu değişikliklerini bu kadar bekletirken ve kadroda 4 tane kaleci varken, 3ünü toplasan 1,5 adam etmeyecek 3 forvetle yola devam ederken hala gidip yabancı kontenjanını, oynamayacağı belli Almaguer vol2 Burdisso'yu eldeki 7-8 defans alternatifine rağmen harcarken hangi kafadaydı bilemiyorum ama nasıl ki geldiğinden beri takımı bir şekilde 3 kulvarın içinde tutarken, hele ki o kulvarların birinde Real Madrid, Juventus, Chelsea gibi takımlar varken tutarken, böyle karışık bir enkazı parçalanmadan götürebilirken övdük, bunları da söylemezsek kendimize ayıp etmiş oluruz. Bu 2 puanı, altıpastan gol kaçıran Umut ve Sneijder, olmayacak bir penaltı yaptıran Muslera, orta sahada ayakta duramayan Selçuk'a rağmen ben maalesef Mancini'ye daha çok yazmak istiyorum. Müthiş hayal kırıklığı oldu. 

Biz bu kadar kötü işler yaparken hakem ne yaptı derseniz? Maçın genelinde oldukça iyi yönetti belki, belki Melo adama kıç dayayıp sonra da itince kendini atınca yemedi ama bir adet penaltı pozisyonunu atladı. Bir de belki de penaltıdan daha çok sinirlendiğim bence maçtaki en büyük hatası, ikinci yarıya +4 vermişken ve anası belli olmayan bir tek hücrelinin attığı çakmak çakı artık her neyse yüzünden 1 dakika yerde kalan kaynayan Burak'ın pozisyonu sonrası atağa kalkarken, 93:55'te alel acele maçı bitirmesi. Karşı yaka, bir hata kendilerine yapılıyor havası yaratıp, ilkokul seviyesinde yürüyüş, açıklama ve slayt gösterileri hazırlarken, biz hiçbir zaman kendi basiretsizliğimizin önüne geçirmeyecek olsak da, bu şekilde işler olunca da insan üzülmüyor değil. 

Burak'a sonuna kadar katılıyorum, Türkiye tarihinin en çirkef ve en pislik adamlarının kol gezdiği bir ortamda, bir kurban da sen yarat kampanyasında Melo ile birlikte Galatasaray adına seçilen bir adam Burak. Kimsenin gazladığı kadar ne kendini her maç Emenike gibi yere atan, ne Ramon Motta gibi dirsek atan, ne Emre Beleşoğlu gibi küfür eden bir adam değil Burak. Evet bunları yaptığı zamanlar oldu ama her normal futbolcu gibi yaptı o kadar. Az evvel saydığım adamlar gibi bunu alışkanlık haline getirip her maç, her maçın içinde birçok defa hiçbir zaman yapmadı Burak. Ve sırf bu çocuğu, bir örnek yaratmak için yem edenler kına yakmışlardır dün o cisim yüzüne gelince. Onu atanın Allah belasını versin diyeceğim de, bizim memlekette beddualar yerini pek bulmuyor, adaletsizlik de hak getire olduğu için bir şeye yaramayacağını bildiğim için demiyorum. Geçmiş olsun Burak.



Niye bu kadar uzun yazdım derseniz, hakikaten felaket bir eşik olduğu için, bu eşiği ve akabindeki Akhisar'ı atlayıp farkı 1'e çeksek, Fenerbahçe'nin o psikolojiyle Trabzon'dan çıkamayacağını düşündüğüm için, öyle ya da böyle bu eşiği tam atlamak üzereyken, olan tüm laubali işlerden sonra inancın tam geldiği anda atlayamadığımız, belki de duymak hiç istemediğim o hissi yaşadığım için yazdım. Bir kez daha söyleyelim umarım yanılan biz oluruz. 

Şimdi tüm bu duygusal yoğunluğu bir kenara bırakıp, rasyonel veriler üzerinden son bir çıkarım yapalım ; Akhisar'ı içeride yendiğimizde fark 3'e inecek. Fenerbahçe'nin Trabzon'a kaybettiği anda, tüm bu infial işlerin olduğu sezonda yine yeni yeniden ipler elimize geçecek. Ondan sonra Fenerbahçe'yi 2 farkla yenebildikten sonra bizde olur her şey. Hani o kadar kötü tablonun üzerine hala bir şeylere bu kadar yakın olabilmek de oldukça ilginç. Umarım herkes aklını başına alır da sonunda sevinmesek bile en azından gururlanacağımız bir tablo görürüz. 

Oyunculara karşı belki güveniniz ve inancınız kırılmış olabilir ama Galatasaray'a karşı olan inancınız da hiçbir zaman bitmesin. Herkese iyi haftalar.


27 Şubat 2014 Perşembe

Galatasaray-Chelsea

Terry ve Cech boyut atladılar dün. Ettiğim küfür ve bedduaları düşündükçe kendimden utanıyorum :)

Bu Terry meselesinden fayda getiren bir sonuç tabii ki çıkmaz ama onu ve Chelsea'yi rezil ettirebiliriz. Sürekli üzerine gidilmesi lazım, maçlardan önce respect diye diye anons çakan fair-play fetişi Uefa'nın da mutlaka yermesi lazım Terry denen ırz düşmanını. Hakem de bonus olarak kural hatası yaptı. Oyunu, sarı kart verdikten sonra tekrar taçla başlatarak. Faulle başlatması lazımdı.



Şimdi herkes demiş zaten, ben de maça yanlış 11le çıktık diyeceğim de komik olacak :) Yine de Sneijder'i pekala merkezde kullanabilirdik o da olmayınca küllüm hatalı oldu. Eh tabi ben de Mancini'yi tebrik edeyim ki hatasını anlayıp vakit geçirmeden yine esnekliğini konuşturabildiği için.

Hakan Balta her şeyden önce çok zeki bir adam. Çalım manyağı yaptığı pozisyona değil lafım, Torresle 1e1 kaldığında Torres'in geçeceğini anladığı an yapışıp attı kendini. Eğer katır inadı yapsa muhtemel bir kırmızı ya da ikinci golü yerdik. 

Melo'yu melekler korudu kart görmedi. Maçtaki bu sene alıştığımız hayvani hamleleri yine yerindeydi fakat ilginç şekilde çok da pas hatası yaptı. Top kullanırken bir ufak konsantrasyon problemi yaşıyor 2-3 maçtır. Alacağın olsun bunak Scolari.



Selçuk biraz daha efektif gözüktü ama hala çok ağır, dün yine epey attı kendini, 1-2 tanesinde hakem yemeyince yüreğimizi ağzımıza getirdi. Esas orijini Dmc olan biri için müthiş bir fiziksel düşüş yaşadı, çok ilginç.

Telles'in defansı falan kötü değil, ben çok uzun süredir böylesine hamleli bir bek görmemiştim, ayağını çok iyi sokuyor, pası da çok iyi kapatıyor. Biraz zamanlama hatası var yüksek toplarda, o da giderilir. Sneijder'e çıkarmayıp vurduğu şut muazzam özgüven. Şino bile başta top istiyordu ama alkışladı sonra. 

Sneijder demişken, adam mükemmel. Beşiktaş maçında penaltı kazanıyoruz, dönüp sevinerek takım arkadaşına koşuyor, pas alamasa da hareketi alkışlıyor, kornere gelirken seyirciyi ateşliyor falan, bizi benimsemiş olduğunu görmek çok iyi. 4-3-3ün sol forveti çok absürd değil ama sol kanatta kalması çok üzücü. Mancini umarım buna da kısa sürede bir çözüm üretir.

Yekta'ya da değinmeden geçmeyelim. Birkaç uzun pas denemesinde ağır patateslik yaptı ama geri kalan tüm işlerde o kadar iyiydi ki kimse kızamadı bile. Eyvallahı var.

Chelsea kapalı oyunda hiç demeyeyim de epey sınırlı etkili. Ben maçtan evvel çok az pozisyonlu, az gollü bir maç beklediğimi zaten söylemiştim. Erken gol yememiz biraz kadro hatası biraz da futbol şanssızlığı. Ama öte yandan kontrolü elimize aldığımız ve bu tip bi rakibe uzunca bir sürede ancak gol bulmamızdan dolayı baskıyı sürekli hissettirmek durumunda kalmamız, psikolojik olarak çok çok iyi oldu. Rolleri değişip de 1-1 kalsak, ikinci maçta o baskının korkusuyla dağılabilirdik. Şimdi avantajı elimize olmasa da beynimize alarak gidiyoruz. Ben de ikinci maçın zaten 0-0 bitemeyeceğini düşünenlerdendim. O açıdan 1-1 ya da 0-0 çok fark etmiyor benim nazarımda. Mancini bu kez çok daha kontrollü oyun tercih edecektir. Maçın başında gol yeme hastalığımız baş vermezse ki bu da mümkün olduğunca topu sahiplenerek olur, Chelsea golü bulamadıkça oyun bizim tarafımıza doğru döner. Hele ki 1 gol bulursak ağır panik yaşarlar, çünkü olası bir 2.golde artık galibiyet gerekecek. 

O gün neler getirir bilmem ama umutsuz değilim. 



Taraftar ikinci yarı çok iyi yönetti maçı 80lere kadar, Cech'e kartı aldırdı, faulleri aldırdı, baskıyı hep oyunda tuttu. Gerçi bunlar, uA'nın tekelinden çıktıktan sonra olan olaylar, maalesef maçların büyük bölümünde onlar yönetiyor tezahüratı. Sonra da olay son 5 dakikadaki asaletin yeter'e bağlıyor. Bereket versin cep telefonuyla ışık tutmadılar Beşiktaş maçının 80.dakikasındaki gibi. Kontrolü 417'e bırakacaksın ki tribün görecekler. Neyse artık yapacak bir şey yok, kısfmet. :)



Yapay kar temalı köpük olayını kim düşünmüş bilmiyorum ama maç çıkışı köpüklü zeminde kayan kayanaydı. Mantık güzel ülkemde hep direniyor be. :)

5 Şubat 2014 Çarşamba

Mutlu Yıllar Gheorghe Hagi

Yurdeşen Karahasan mı ön ayak olmuştu, Ergun Gürsoy mu bir şeyler çevirmişti o kısmı net hatırlayamıyorum şu an ama her kim akıl etmekle kalmayıp bir de ikna edebildiyse Allah razı olsun. Dönemin gazetelerinde Çavuşesku'nun başını çektiği bir grup vardı, tekerlekli sandalye, baston, koltuk değneği Allah ne verdiyse yapıştıran. Sanki bana bu adam değildi Steau'yu finale götüren, Real'de Barca'da oynayan, Romanya'yı adam eden. 

Geldikten sonra 2. hafta selamı çakmıştı, o zamanlar Sami Yen'in fileleri sarı-kırmızıydı. Bayram yeri gibiydi etraf, ben de güç bela bir köy benzinliğinde izliyordum maçı.. :) Gel de ondan sonrasında aşık olma bu adama. 


Sonraları, ne maçlar, ne goller. Hepsini teker teker hatırlamaya kalksak roman olur zaten. Bu gözlerin gördüğü en iyisi oydu kesinlikle. Mutlu yılları olsun. Babasının öldüğünün ertesi sanıyorum ki Kocaelispor maçına çıkmıştı, sonra da kesmemişti 40 güne yakın sakalını. İstiklal Marşı'nda elini kalbine götürerek anardı. Çok büyük adamdı Hagi. 


3 Şubat 2014 Pazartesi

GALATASARAY-Bursaspor

Geçen hafta Antep yazısında dilenmiştik hemen aldık istediğimizi. Şimdi hiç düşünmeden girelim muhabbete. :)


Bursaspor kötü takım, 2 senedir 3.lig seviyesinde bile kadroya alınmayan Mahsun-İzzet-Alişan'dan bile beter Volkan-Ozan-Sercan üçlüsünden medet umacaklarsa Allah göstermesin de küme düşmeye oynarlar dedim dedim inanmadınız bakın ne oldu şimdi?  :) Es-Es morali ile törpülendiler ama bir takımda 30 dakikada yenen 3 gole eğer bizim şeyi şeyinde rapçi Kazım Kazım baş kaldırıyorsa büyük problem var demektir. Civelli'yi tartakladı yahu Kazım ötesi yok. :) 

Hava şartları ve dünya İstanbul'a gitme şenlikleri birleşince itiş kakış otobüsle gidebildim bu kez maça, onda da Texas'ın seferine rast geldim, Topçular-Eskihisar arasında davullu zurnalı hemşehrilerim arasında Uyvar Kalesi'nde bir Türk gibi güçlü durabildim. Özünde çok delikanlı çocuklar ama alayı manyak onların, zaten maçta da durduk yere sürekli küfür ettiler. Troll Qamber dediyse, biz atıyoruz adamlar üçlü çekiyor, nasıl bir kafa bilemedim. (6-0 yenildiğimiz günün ertesinde Galatasaray formasıyla dolaşan bir genç vardı zamanında, burada isim verip rencide etmek istemiyorum ama sanırım o kafa bu kafa. :) ) Eğer ki küfür kafir kuralı işleme konulacaksa, ilk iç saha maçları seyircisiz olacak hayırlı uğurlu olsun. Yalnız her şeye çok güldüm de 5'ten sonra Doğu üstteki troller Bursa tribünlerinin farklı skoru yakalayınca en sevdiği sex sex on the beach'e başlayınca yemin ederim kahkaha attım karşıdan.  :) :) 


Neyse, maça gelecek olursak, herkes yeterince tartışmış da boşa tartışmış, 3lü ya da 4lü değil de bildiğin geçişli bir düzende oynadık. Hücum ve defansta inanılmaz değişkendi taktik cidden. Bir maç içinde ancak bu kadar geçiş olurdu ama dün her şey yaver gitti cidden muazzam oldu iş. Yani maç içinde abuk subuk pozisyonlar yakaladık ben yıllardır maç izlerim bu kadar her yerden adam fışkırdığını hiç görmemiştim. Bu gözler bunu da gördü ya diyecek laf yok. Kaç pozisyon adam fazlalığından heba oldu yahu şaka gibi.  :)

Kimsenin beğenmediği Ceyhun maçın en kilit adamı oldu, savunma içine geçerek 3ledi, Semih ya da Hakan çıktığı zaman ikame etti, Melo'yu öne attı ki en kritik nokta da buydu. Fiziksel olarak bu kadar top noktada olan Melo, hücumda o kadar fark yaratıyor ki. Onu bu şekilde kullanabilmek süper iş. Sonuç olarak sildi süpürdü maşallah, sistemde tam da onun pozisyonundaki adam çok çok önemli. Düzgün işlediği zaman müthiş işliyor çark. Bireysel oyuncu başlıklarında değindiğim için tekrarlamak istemiyorum da Hakan Balta ve Sabri gibi iki adam beklentilerin çok üzerinde olması gerektiği gibi oynayınca, takımın ipana ile fırçalanan diğer tarafına da gün doğdu. Herkes aktı gitti. Bursaspor'un hele hele de Daum gibi garantici bir adamın hangi akla hizmet o kadar vasat hücum elemanlarıyla orta sahayı bize bıraktığını anlamadım ama elbette onlar da ekmeğimize yağ sürdü epey. Ama dön dolaş aynı şeyi son kez tekrarla, işte bu şekilde sistem dışı değişken oynayınca takım, pozisyon ürüm ürüm ürüyor arkadaş. Great spell of dominance. İkinci yarıda da yine oldukça sakin ve rolantide oynamamıza rağmen bu kez üretkenlik sağlayabildik. Yani durmak ayrı kontak kapatmak ayrı, nihayet bunun ayrımını gösterebildik. 

Şu galibiyet tam da vaktinde geldi, fark azaldı, Arena'daki scoreboard'un Galatasaraylı tarafının 5'ten sonra da sayabildiği test edildi onaylandı. Takımdaki oyuncular, gol atmanın ve farklı galip gelmenin tadını aldı. Umarım da kalan 15 hafta bu şekilde oynamaya devam ederiz. Bu kadar transferin ne lüzumu vardı diyenlere sağlam tokat oldu maç. Yıllardır yan yatan bir sürü adam dün bir tarafına kekik yağı sürülmüş gibi aktifti. Pabucun pahalı olduğunu gösterebilmek güzel iş. 

Bir de sahamız iyi durumda olunca gerçekten akıcı oynayabiliyoruz. Çimleri bu şekilde tutabilmek çok önemli. Dikkat etmek lazım.

Hakemler için genel olarak bir şey söylemeyeceğim ama, ayakkabısı çıktı diye bir adamın kenara geldiğini ilk kez gördüm, hadi o mesele değil, öküzün trene baktığı gibi bakıp da 3-4 dakika oyuna almadı Drogba'yı ya Allah belamı versin atlayacaktım sahaya. Ne yapmak istedi anlamadım ama sorgulayıp da keyfimi kaçırmak istemiyorum. 

Metin Oktay'ı bu şekilde oynayarak, 10 numaranın hat-trick yaparak andığımı bir gece de ona yakışırdı zaten. Ruhu şad olsun. 





Roberto Mancini : Geçen haftaki fiyaskoyu hemen törpülemesini bildi. Bu adam zeki abi, her şeyden evvelde uzun yol kaptanı. Maçın bas bas bağırarak gittiği anlarda bile çok sakin kalıyor, bu da ona uzun vadede oturunca makina düzenine geçebilmesi için çok sağlam bir done. Anı kurtarmak iyidir de uzun vadeli başarı her şeyden iyidir. 

Olmamış ekşi üzüme derler koruk Mancini Başgaaan lay lay laaaay.  :)



Fernando Muslera : Anlaşılan bu Nando her maç sonrası aynı şeyi tekrarlatacak bana. Başka bir kaleci olsa jeneriklik olacak goller, şutlar, Premier League tribünlerine oooou heeey çektirecek olayları öyle bir kolay gösteriyor ki, lan boş yere ayağa kalktık dedirtiyor adama. (OOOooo çekirdekçi taraftar detected.  :( )
Babacım her nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama Stauce falan geliyor aklıma, onlar kaleciyse sen kafayı cidden yemişsin. Allah aşkına bu kadar kolaya indirgetme şu işi. Haa bir de sözleşmeyi imzala lan ! 

Didier Drogba : 2 maçtır çok istekli, işte böyle Baba, seni eleştirmek üzüntüsüyle sınama bizi. O ayakkabıyı o hakemin kafasına atsaydın da Es-Es maçında sahada olsaydın keşke.

Emmanuel Eboue : Dün sadece 2 kere yerde kaldı, bu bile ne kadar istekli oynadığının göstergesi.  :) 
Kara tren bu sene epey gecikti ama neyseki hiç gelmemezlik yapmadı, böyle devam ederse Mancini kafayı üşütür yabancı kontenjanıyla.  :)

Sabri Sarıoğlu : Sabri yıllar evvel bir Bursaspor deplasmanında 81-82 falan skoru 2-2'ye getiren golü atarak kapağı atmıştı A takıma. Yine bir Bursaspor maçında kariyer high yaptı. Söyleyebilecek en ufak olumsuz bir lafım yok. Demokratik taleplere can feda.  :)

Ceyhun Gülselam : Ceyhun ciddi manada çok az maç oynadı epey sezondur, ilk kez bu kadar arka arkaya ve önemli maç temposuna çıkmaya başladı, kendi adına çok daha iyi olacak. Düşünme yetisi zayıf ona şüphe yok, zaten iyi olsa bu yaşa kadar bu seviyelerde kalmazdı, ama dediğim gibi maç oynadıkça ve yanında zeki adamlar oldukça o da sivriltecek bunu, sonuçta bir Maldonado ya da Mustafa Sarp değil adamın altyapısı belli. 
Eboue desin Selamınaleyküm sen de Ceyhun Aleykümselam. Oooo Allahuekber :) :)  Şu çocuğun soyadını çok seviyorum elimde değil.  :)

Selçuk İnan : Maçın başında bizim sahada güç bela 2-3 kişiyi geçince pili bitip bıraktı faul alırım ayağına, eyvah dedim yine patates olacak galiba da bereket versin toparladı. Attığı gol umarım ona moral olur da çöp sezonunun sonunu iyi devam ettirir. 

Semih Kaya : Allahtan Federasyon çakmıyor da bu adamı Türk statüsünde oynatabiliyoruz. Aman aslen Çekoslovak ve Ujfalusi'nin 7.göbekten akrabası olduğunu çaktırmayın siz de. Muazzam topla çıkışları var, zaten epeydir dikkat ediyorum da, 3-5-2 ya da karma sistemde sağda kalınca yaptığı topla bindirmelerden sonra iyice kanaat getirdim, geriden topla çıkışları rakibi ciddi bozuyor, ve sonrasında da doğru tercihler yapıyor hep. Ayrıca da riski sevmiyor pek, topu da mümkün olduğunca geri değil de yana ve ileri oynuyor. Afferin sarı.

FELİPE MELO !! : O kadar çok şey yazmak istiyorum ama hiç bir şey yazamıyorum çünkü hayatımda gördüğüm en komple orta saha performansına şahit oldum dün. Bu adamı Dünya Kupası'nda Milli takıma almıyorlarsa bu defa cidden gider Sao Paulo'yu yakarım, paşa paşa da yatarım. 

Hakan Balta : Balta, ciddi balta bir adam ama aynı zamanda da bu formayı giyen en kaliteli adamlardan biri, bilmiyorum bana hep gençliğinde Bayern Münih'te falan top oynamış gibi geliyor. Dün stoper alternatiflerinin arasına yazdırdı adını, bak diyorum Mancini kesin kafayı yemiştir bu maçtan sonra, ulan arkadaş elimde bu tip adamlar vardı da ben ne halt yemeye savunmaya bu kadar adam aldırdım diye. Bir pozisyonda üzerine freni boşalmış vaziyette gelen Sercan'a karşı put gibi durdu hiçbir şey yapmadı, Sercan cidden çarptı adama.  :) Bir de Fernandao'yu yedek kulübesine gönderdi. Değişik yani bence dün biri bizi trolledi ama hayırlısı. 

Izet Hajrovic : Adama bir kere pas atmadılar yahu koltuğu kıracaktım sinirden, bak abartmıyorum minimum 6-7 kere kendini boşa çıkardı ama pası alamadı, Melo dahil atamadılar o pası, bir görürdük neler yapacak diye. Ayağına gelen toplar mümkün olduğunca olumlu kullandı, evet fiziksel olarak yeterli değil de ne bekleniyor anlamıyorum, adam sürekli pozitif aksiyon sergiledi, siz istiyorsunuz çektikleri gol verdikleri asist olsun. Dünkü maçta eleştirilebilecek en ufak bir şey yok Burak hariç, kasmayın boşuna beyler böyle düşmez.  :)

Burak Yılmaz : Burak da böyle bir adam, çok yararı oldu bize, bir de takım iyiyken o kötü oluyor, o iyi olunca takım kötü oluyor bu paradoksu çözemedim gitti. Ya da bu 2-3 maçla sınırlıdır belki de ben yanlış hatırlıyorumdur, bilmiyorum bakmaya üşendim.  :)

Koşmak ve vücut dengesini sağlamak için ihtiyaç yaratmasa yarın gider keserdim kollarını, sırf o abuk subuk faulleri yapmasın diye ama o ayrı.  :)

WESLEY SNEİJDER !! : Açılan sandık sayısı 19.. Artık Sneijder yavaş yavaş farkı açmaya başladı. Ulan Ünal Başgan, şu adamı bize izlettirdin ya Allah razı olsun senden, inşallah 100 yaşına kadar kırışıklık yaşamazsın, vücutta sarkmalar oluşmaz, Fani Aysal ölümsüz olur mutlu mesut yaşarsınız. 

Öl de ölelim vur de vuralım Şino. Büyük adamsın. Senin yüzünden Dünya Kupası'nda destekleyecek ülke olarak Bosna Hersek tercihimi sorgulamaya başladım, yavaştan tekrardan eski aşkım Hollanda'ya ısınma turlarına başladım. Hayırlısı.  :)